
Finallerin heyecanı yerini draft muhabbetlerine bırakmış durumda ve siz bu dergiyi okuduğunuzda Wesley Johnson muhtemelen, 24 Haziran gecesi adı David Stern tarafından ilk 5 sırada okunmuş oyunculardan biri olacak. Johnson’ın adresinin, bir diğer Syracuse mezunu Jonny Flynn’in lobi faaliyetlerinin de etkisiyle Minnesota olabileceği söyleniyor, takımın 3 numara pozisyonunun görece zayıf olması da bu söylentileri güçlendiriyor. Fakat seçildiği takımı bir an için unutup, nasıl bir oyuncuyla karşı karşıya olduğumuzdan bahsedelim biraz.
Genelde bu kalibredeki genç yıldızların son yıllardaki rotası benzer oluyor. Yeni yaş sınırlarıyla liseden geçişlerin önünün kesilmesiyle, erken yaşlarda adını duyurabilmiş büyük yetenekler ilk aşamada göz önünde bulunacakları bir kolej programı seçiyor ve orada bir öğrenciden çok bir NBA yıldızı gibi geçirilen senenin ardından draft kararlarını açıklıyorlar. Müstakbel 1. sıra seçimi John Wall ve Kentucky’deki diğer arkadaşları için de durum tam olarak bu. Fakat Johnson yoğurdu farklı bir şekilde yemeyi tercih edenlerden, hem de oldukça sıradışı bir şekilde.
Iowa State’i tercih eden Johnson, freshman sezonunda özellikle North Carolina önündeki performansı sonrasında ülke çapındaki gözlemcilerin radarına girmiş, fakat ikinci senesinde beklenen sıçramayı yapamamıştı. 2008 yazında Syracuse’a geçiş yapma kararı aldı. NCAA kurallarına göre onu bir sene boyunca kenarda oturtacak bir kararı… Fakat bu boş seneyi gelişimine ayırıp, bir avantaj haline getirmeyi başardı. Iowa State dönemine göre hücumda çok daha akıllı tercihler yapan ve bencil görünümünden tamamen arınmış bir oyuncu olarak geri döndü Wes. Bu tercihler de şut yüzdelerinde dramatik artışları getirdi. (1) NCAA’in saygın koçlarından Jim Boeheim’ın sıkı sıkıya bağlı olduğu alan savunmasında çok net çıkarımlar yapmak pek mümkün olmasa da, savunma sahasındaki potansiyeli ilk kez geçen sene bu kadar belirginleşti. Kuşkusuz 23 yaşındaki bir oyuncunun bazı alanlarda gelişim göstermesi normal karşılanmalı, fakat bahse konu isim Johnson ise karakteri ve disiplini daha fazlasını vaat ediyor. (2) Johnson’ın basketbol topuyla ancak 8. sınıfta tanışabildiğini de hatırlatalım, henüz tavanına yaklaşması için yolu olduğunu gösteriyor olabilir.
Yaptığı doğru tercihler şut yüzdesini artırsa da top hakimiyeti hala vasat ve top kaybı istatistikleri son senesinde de korkutucuydu buna paralel olarak. Fakat NBA’de hiçbir takımda hücumu bu kadar forse etmesi gerekmeyecek, bunu biliyoruz. Yaşı dışındaki en büyük çekince şutunu yaratabilme konusunda fazla ışık vermemesi ama NBA’de bir takıma yararlı olmak ve All-Star seviyesine ulaşmak için 20+ sayı ortalaması yakalamak bir ön şart değil. Bunu kanıtlayan yüzlerce örnek oldu bu oyunun tarihinde. Johnson da bu örneklerin sonuncusu olabilir…
(1) İlk sezonunda istikrarsız dış şutu eleştirilen Johnson’ın üç sayı yüzdeleri şöyle bir grafik izledi: 2007 sezonunda %29, 2008 sezonunda %33 ve geri döndüğü 2010 sezonunda ise tam %42. Saha içi yüzdesi de 2008-2010 arasında %39’dan %50’ye kadar çıktı.
(2) İkinci senesinde ayak bileğindeki sakatlığına rağmen sahaya çıkan Johnson, Syracuse sezonunda ise hemen her profesyonel basketbolcuyu kenarda tutacak bir el sakatlığıyla oynadı. Kendisine bu fedakarlığı sorulduğunda cevabı netti: “Kenarda yeteri kadar oturdum.”
Cem Pekdoğru, 2010
NBA Türkiye Temmuz 2010 sayısında yayınlanmıştır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder