Ekim 30, 2012

Yüzler

Lisenin ilk günleriydi ve tanıştığım ilk çocuklardan biriydi. 14 yaşında olduğu düşünülürse olağan dışı sayılacak kadar mutsuzdu. Ben de İstanbul’a yatılı okumak için gelmiştim ve ailesinden ilk kez ayrılan bir çocuktan beklenebilecek ölçüde mutsuzdum. Ama onun mutsuzluğu daha tuhaf geliyordu. California’da doğduğunu ve birkaç sene önce ailesi Türkiye’ye kesin dönüş yapana kadar orada yaşadığını öğrendim. Yıllar sonra o günlerden bahsederken, “Ne olmasını bekliyordun, o yaşta bir çocuk olarak beni Big Mac’in, NBA’in, ponpon kızların ve Taco Bell köpeğinin vatanından alıp buraya sürükledikleri için anne babamı sonsuza dek affetmeyecektim” diyor. 11 yaşındayken kapitalizmden bahsetmesini bekleyemezsiniz, ama bunun algılayabildiği belli yansımaları hükmediyor hayatına. Listenin en başına koyduğu görüngü, NBA, yarın gece yeniden start alıyor.

Fakat ABD bundan ibaret değil. Veya Hollywood’dan. Fransa’da ellili yıllarda sinema eleştirisinde yepyeni boyutlar tanımlayan kült dergi Cahiers du Cinéma’yı kuran film tutkunlarının çevrelerindekileri ikna etmeleri gereken ilk şey buydu. Daha sonra bu kıtanın en yetkin filmlerinden bazılarını çekecek olan Claude Chabrol, Jean-Luc Godard, François Truffaut, Jacques Rivette ve Eric Rohmer derginin editoryal kadrosunu oluşturuyordu. Sinemanın bir dil olduğu şiarına uygun olarak, elbette Hollywood’un pompaladığı ‘salt eğlence olarak sinema’ tanımına tamamen karşıydılar. Ancak ABD’ye, o ülkenin ihraç ettiği filmlerine, kültürüne ve hayat tarzına yoğun bir tepki duyulan bir çevrede yaratmaya çalıştıkları entelektüel cephe, Hollywood’un çıkardığı auteurleri görmezden gelemezdi. Alfred Hitchcock tartışmasız olarak temel sinematografik formların mucidiydi ve Howard Hawks ile birlikte sarı sayfaların başat yol göstericisiydi. Onların ve Godard’ın favori yönetmeni Nicholas Ray gibilerinin yanında olduklarını en baştan ilan etmeliydiler. Anne Wiazemsky’ye tutulduktan sonra ilk kez gerçek anlamda siyasallaşan Godard, La chinoise’in (Çinli Kız, 1967) basın gösteriminde durumu şöyle özetler: “Dünya sineması Amerikan endüstrisinin hakimiyeti altındadır. Bu çok doğru saptamaya ekleyecek bir şey yoktur. Şimdi bizim, her şeyi bir yana bırakıp kendi çapımızda, Hollywood-Cinecitta-Mosfilm-Pinewood imparatorluğunun bağrında “iki, üç veya daha fazla Vietnam” yaratma mücadelesinin fitilini ateşlememiz ve hem ekonomik hem de estetik anlamda ulusal, özgür, kardeşçe, yoldaşça ve dayanışma içinde olan sinemalar yaratma mücadelesi vermemiz gerekmektedir.”

Yıllar içinde o sıralar derginin başına geçmiş Rivette’i ve diğerlerini en çok etkileyen Amerikan yapımlarından biri de John Cassavetes filmi Faces (Yüzler, 1968) oldu. İlk dönemlerinde zaman zaman “yaratıcı + konu = eser” formülünden sapıp sadece yaratıcıyı tutan bir bakışa teslim olan ve böylece ‘bir estetik kültü oluşturma’ tehlikesinin kıyısından dönen Yeni Dalga’nın başarısı üzerinde birleştiği ilk ‘ustasız film’ sayılabilir. Bu cinéma vérité şaheseri, satirik bir çaba içine girmeden ve “Tanrı olmaya heveslenmeden” doğrudan bir anlatı ortaya koyuyordu. Konu alınan Amerikan orta sınıfının ilişkileriydi ve bir noktada başta basmakalıp olarak görülen şeylerin içine sızarak onları olduğu gibi resmetmeye vakıf olabilmişti. Faces bugün bile kendine patlamak için bile alan bulamayan bir sınıfın, nasıl da vasat hayatlarını idame ettirmek için sadece para kazanıp harcamaya odaklanmış -kelimenin en yalın ve acı anlamıyla- tüketicilere dönüştüğünü belki de en iyi anlatabilmiş filmdir.

Cassavetes ABD içinde bir Vietnam’dır ve bu yüzden Rohmer’in dediği gibi “California kıyısını sevmemiz gerekir. Orası kimilerinin bizi inandırdığı gibi kötülük yuvası bir diyar değildir. Orası seçilmiş bir diyardır daha çok.” NBA içinde kurulabilecek en ‘beyaz’ takımı kurup Avrupa basketbolu oynamaya başlayan Rick Adelman da bir Vietnam. (Bunun altında ırkçı bir gizli ajanda yoktu elbette, yalnızca işlerini görebilecek bir İspanyol, bir Karadağlı ve bir Rus buldular.) Ya da her şeyin onun gibi bir ucubeyi yok etmek üzerine kurulduğu anksiyete bozukluğundan muzdarip Royce White. Bazen basketbol da bir dil ve bu dil içerisinde NBA sadece 11 yaşındaki bir çocuğu ele geçirmeye yarayan bir hipnoz aracı değil. 

Cem Pekdoğru, 2012
29 Ekim 2012 tarihli Evrensel Gazetesi'nde yayınlanmıştır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder