Bu belirli günler ve haftalar yaşanırken -her iki örneğin de
aynı seneye ait olması işime yarayacak- ne olup bittiğiyle ilgili en ufak bir
fikri olmayan bir velet sayılmazdım. Evet, elbette 13 yaşında meseleyi çok dar
bir perspektiften görebiliyordum ama hayatını televizyon karşısında geçiren bir
velet olarak, günlük akışlarını bahse konu gelişmeleri aktarmak için çöpe atan
kanallardaki muhabirlerin ses tonundan bile bunun ilerideki günleri nasıl
etkileyeceğini sezebiliyordum.
Kişisel tarihimin kıvrılım noktaları söz konusu olduğunda
durum değişiyor. Nerede olduğumu kolaylıkla söyleyebilmem bir yana, bu anlar hafızamda
geri çağrıldıklarında bir sokak tabelası, bir deri ceket veya 2008 model bir
Vespa ile birlikte geliyorlar.
David Blatt’in Efes Pilsen döneminin sonu anlamına gelecek
Partizan maçının akşamında nerede, ne yapıyor olduğumu hatırlıyorum. Keskin bir
biçimde. Bu belki hikayeyi epey içselleştirdiğimi ve sonunda o kişisel tarihin
bir parçası haline getirdiğimi gösteriyordur, bilmiyorum.
Lisedeki uzun yatakhane hayatından sonra ailemin yanına
dönmüştüm ve bu yaşayışa uyum gösterebileceğime dair hiç ışık vermeyen bir
yarıyıl sonrası üniversitenin Gümüşsuyu’ndaki yurtlarından birine başvurmuştum.
Yurt müdüründen onay alabilmek için vize görüşmesine gider gibi giyindiğimi
hatırlıyorum, o odayı çok istemiştim. Payıma düşen rutubetli bir oda olmuştu.
Koridorun ilerisindeki Boğaz’a nazır odalara göz dikmek için daha ‘şanslı’
olmak gerektiğinin farkındaydım, yine de istisnai derecede iç karartıcı bir
manzarası vardı. Tabii o günlerde böyle yaklaşmıyor, odanın üç kişinin yaşaması
için çok küçük olduğu gibi gerçekleri görmezden geliyor ve daha iyi bir manzara
için altın noktalar keşfetmeye çalışıyordum.
O akşam odaya geldiğimde biraz oyalanmış, kaçınılmaz sona
direnemeyip nihayet kulaklıklarımla yatağı boylayıncaya kadar birkaç saati
öldürmüştüm. Neden sonra nevresim takımını değiştirmenin iyi bir fikir
olacağını düşündüm. Her zamanki gibi hepsini gelişigüzel katlayıp, çarşaftan
dev bir topa dönüştürdüm. Odadan çıkmadan, top kucağımda, bilgisayarda açık
olan basketbol sitelerinden birine girdim ve haberi okudum. Henüz olaya tüm
yönleriyle vakıf olamamıştım, ama bunun Efes Pilsen basketbolu için anlamını
sezebiliyordum.
Birkaç hafta öncesinde Son 16’nın başlangıcı olan
Panathinaikos maçı için oda arkadaşlarımdan biriyle Abdi İpekçi’deydim.
Blatt’in yabancı tercihlerinin yerel ligde onun başına iş açabileceğini
düşünürken, Avrupa’da beş siyahtan oluşan bir ilk beşin bazıları için neden
katlanılmaz olduğunu anlayamıyor ve o takıma yakıştırılan ve dahiyane bir
şeymiş gibi öne atılan “Efes Dark” ismini bayağı buluyordum. Scoonie Penn’in
gelişi sonrası Rashad Wright daha marjinal bir role kaydırılmış ve bu değişim,
takım kimyasına iyi yönde etkimişti. Takımın bir an için mağlup olacağı yönünde
bir şüphe oluşmasına izin vermediği PAO maçı, girilen bu yeni yolun nişanesi
gibiydi. Çapraz grubun zayıflığı düşünüldüğünde, her sene inandırıcılığından
biraz daha yitiren Final-Four hedefi o günlerde çok da ‘deli zırvası’ gibi
gelmiyordu.
Haber şuydu. Kosova’nın bağımsızlık bildirgesi sonrasında
Sırbistan’daki öfkenin birinci adresi ABD olmuştu ve protestolar maçtan birkaç
gün önce ABD büyükelçiliğinin ateşe verilmesine kadar gitmişti. ABD hükümeti
tüm vatandaşları için Belgrad’ı ‘riskli bölge’ ilan etmişti. Efes Pilsen
kampında da bu seyahatten endişe duyan bir oyuncu grubu vardı. Kulüp bu grubu
destekleyip yekvücut olacak bir yaklaşım göstermektense, Sırbistan polisinden
aldıkları güvence üzerinden kafileye katılmayan her oyuncuyu ‘vatan haini’
olarak afişe etmeyi seçti. Euroleague’in önde gelen destekçi markalarından biri
olarak tartışmasız bir lobiye sahip olan kulüp Sırbistan’daki büyük
yatırımlarının selametini düşünüp bunu kullanmamayı yeğledi. Adı o günlerde
Efes Pilsen olan kulübün yetkilileri ucuz milliyetçilik sloganları atıp,
ustalıkla bunu bir cesaret/yürek sınavına çevirdiler.
O oyunculardan Drew Nicholas’ın İstanbul’a her geri
dönüşünde ıslıklandığını duymak beni öfkelendirmiştir pek tabii. Yine de 28
Şubat 2008’e dair en üzücü çağrışım Efes Pilsen’in tüm basketbol geleneğine
sırt çevirip, Avrupa şampiyonu bir koça yolunu bulması için en ufak bir fırsat tanımadan
onu kovma kararı almış olmasıdır.
Bugünlerde Türkiye basketboluyla
ilgili tartışmaların odağında, çıkış yolunu arayan bir başka yabancı koç var.
Blatt’in dehasıyla yarışabileceğini düşünmesem de, buraya en az 2007 yazında
Blatt’in sahip olduğu kadar parıltılı bir özgeçmişle gelen bir koç. Umarım
karar vericiler, bu hikayeyi biraz olsun dikkate alırlar.
Cem Pekdoğru, 2013
11 Şubat 2013 tarihli Evrensel Gazetesi'nde yayınlanmıştır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder