Şubat 12, 2014

Reptile Youth: Büyük Hayaller



Son dönemde Danimarka’dan çıkan en heyecan verici projelerden Reptile Youth, geçen hafta Avea Escape To Music kapsamında Roxy sahnesindeydi. Grubu oluşturan Mads Damsgaard Kristiansen ve Esben Valløe’yi konser öncesinde söyleşi için yakaladık, müzikal yolculuklarını ve Danimarka’dan çıkmakta olan başka heyecan verici şeyleri sorduk.

İlk kez bir şarkınızı dinlediğimde, müziğinizin bir kitleye gereksinim duyduğunu hissettim. Soundcheck sırasında da o hissi hatırladım, eksik olan bir şey var gibiydi. İstanbul’a sizden önce konserlerinizin ünü ulaştı, tesadüf olmasa gerek.

Mads: Bu hissi başkalarından da duyduk. Reptile Youth bir konser grubu olarak başlamıştı. Çıkıp şarkılarımızı çalmaya başladık. Bunu en iyi nasıl yapabiliriz, en iyi tınıyı nasıl yakalayabiliriz gibi sorularla ilgileniyorduk sürekli. Bu sırada kayıt sürecini hiç düşünmedik. Eninde sonunda bunları kaydedeceğimizi içten içe biliyorduk tabii, ama başlangıçta buna yoğunlaşmamıştık.

Yaratım sürecinde de kitlenin o enerjisinden beslendiğimizi düşünüyorum. Canlı çalmayı çok seviyoruz ve orada her şeyden soyutlanmış farklı bir dünya yarattığımızı hissediyoruz.

Bazı şarkılarınızda çok güçlü sözler göze çarpıyor… Yabancı bir dilde üretmenin güçlüğe dönüştüğü zamanlar oluyor mu?

Mads: Aslında çok rahat hissediyorum İngilizce üretirken. Danca şarkılar yazdığım da oluyor ama İngiliz dilini daha çok seviyorum. Birçok grubun sözleri fazla önemsemediğini gözlemliyorum. Bu belki daha çok son 10-20 yıl için geçerli bir eğilim. Çünkü eski dönemlerin şarkılarını dinlediğimde, her zaman bir lirik düşünce etrafında kurulduğunu görüyorum müziğin. Günümüz müziğinde çoğu zaman şarkı, bir şey söylemeye niyetlenmiyor bile.

Müziğinizin yapı taşlarından biri de dans kesinlikle. Siz dans etme eylemini nasıl görüyorsunuz? Bazı şarkılarınızı ele geçiren karanlık havayı düşünürsek, karanlık bir yanı da var mı dansın?

Mads: Aslında var, ama genel anlamda dans benim için karanlık bir şey değil. Seni karanlıktan çıkaran bir şey. Çünkü bana göre tüm karanlık, kafamızın içinde. Dansta kontrolü kaybettiğini hissettiğin çok hoş bir an var, o anda beyin de devre dışı kalıyor ve böylece karanlıktan çıkmanın bir yolunu buluyorsun.

Dansı iki farklı şeyin kombinasyonu olarak tanımlıyorum; fiziksel bir ifade şekli ve kontrol kaybı.

İlk albümünüzdeki 10 şarkı için, her biri farklı bir yönetmenin elinden çıkma 10 video yayınladınız. Bu denli yoğun bir görsel kullanımının, şarkıyı anlamlandırmaya çalışan dinleyici için bir tehlike yaratabileceğinden çekindiniz mi? Bir tür algı manipülasyonu…

Esben: Böyle olduğu da düşünülebilir. Ama ben bunu bir tehlike olarak görmektense, dinleyicinin perspektifini genişletebilecek bir fırsat olarak düşünmüştüm. Bugünlerde denk geldiğim müzik videolarının birçoğunu sıkıcı buluyorum. Sanatçının yarattığı eseri öylece bırakmayıp, yeni bakış açılarına zemin hazırlayacak -kimi zaman provokatif- görseller oluşturması fikri hoşuma gidiyor.

Bu bağlamda Reptile Youth’un müziğin ötesine geçip, bir hareket haline gelmesinden mutluluk duyacağınızı söylüyorsunuz. Danimarka diyorsunuz, bir tür sanat kolektifinden bahsediyorsunuz. Aklıma Dogme 95 geliyor.

Mads: Kesinlikle böyle bir şeyin başlangıcı olmak istiyoruz, video projesi de bu düşüncenin bir ürünüydü. Ayrıca bunu Danimarka ile sınırlı tutmak istemiyoruz. Portekizli, Norveçli, Kanadalı, Amerikalı, İspanyol, İngiliz yönetmenlere de ulaştık bu proje için. Onların videolarına rastladık, iletişime geçtik, olağanüstü bir şey yaptıklarını ve bizim için de bir video çekmelerini istediğimizi söyledik. Aralarında Reptile Youth diye bir grubun varlığından haberdar olan yoktu. Ama müziğimizi dinlediler, fikrimiz ilgilerini çekti. Belki onları tamamen özgür bırakmamız da hoşlarına gitti.

Dogme 95 konusunda… İşin aslı, yeni albümümüzün çıkış şarkısına çekeceğimiz video için bir yönetmene ihtiyaç duyduğumuzda “Neden Lars von Trier’le irtibata geçmiyoruz” dedik. Kulağa mantıklı gelmiyor, evet. Ama denemeden bilemezdik. Meseleye böyle yaklaşıyor olmasaydık, ilk albümümüzde David M. Allen’la çalışma şansımız da olmazdı.

Bazı hayranlarınız grubun hak ettiği değeri görmemesinden şikayetçi, seslerini çıkarmaktan da hiç çekinmiyorlar. Bunu Danimarka’nın indie müzik coğrafyasındaki konumuyla ilişkilendirdiğiniz oluyor mu? Mesela, Pitchfork’un Manhattan’daki ofisinin üç blok ötesinde bir apartmandan çıktığımız bir paralel evrende hayatımız daha kolay olurdu gibi… Belki bunu önemsemiyorsunuzdur bile.

Esben: Tabii ki önemsiyoruz ama ben uzun vadede böylesinin daha iyi olduğunu düşünüyorum. Dinlemekten hoşlanacağımız ve bize ilham veren türden şeyler yapmaya çalışıyoruz.

Mads: Yola “Pitchfork’un sevebileceği şarkılar yapalım” diye çıkmak da çok tehlikeli. Bazen sadece pazarlanabilir olanı keşfetmeye odaklanıyorlar, ucubik gruplara yöneliyorlar. Herkes de bunun farkında. Danimarka çıkışlı olanlar da vardı bunlar arasında. Albümleri bir hafta boyunca Pitchfork gibi sitelerin anasayfasında dururdu, ama o sırada Danimarka’daki konserlerinde yirmi kişi bile olmazdı. Medyanın şişirdiği bir grup olmaktansa, sadık bir kitleye sahip olmayı tercih ederim. O insanlara yavaş yavaş ulaştığımızı hissediyorum.

Esben: Ben Pitchfork’u takip ediyor olsaydım, evimde yalnızca bir kere dinlediğim 10 bin tane plak olurdu muhtemelen. Biz o albümleri yapan grup olmak istemiyoruz, bir şekilde tarih içinde yerini bulan bir şeye can vermek istiyoruz. Gelip geçici bir moda olmanın özenilecek bir tarafı yok.

Cem Pekdoğru, 2014
redbull.com/tr

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder