Don't ever underestimate... Bunun dışında da tutunabilecek çok fazla dalı yok son Avrupa şampiyonunun. Özellikle de Andrei Kirilenko'nun yokluğunda... Tek eksik de AK47 değil ne yazık ki. Yıllardır oyun kurucu bölgesine çözüm bulamayan, burada Evgeni Pashutin ve Petr Samoylenko gibi isimleri kullanmasıyla Luca Badoer'e emanet edilmiş bir Ferrari aracını andıran Rus milli takımı sonunda aradığı guardı bulmuşa benziyordu. J.R. Holden bu turnuvada olmayacak ve burada bir çözüm bulmak pek kolay değil.

Oyun kurucu için düşünülen isim Anton Ponkrashov olabilir gibi geliyor kadroya baktığımda... Yalnız bu yaz hiç maçını izleyemedim Rusya'nın, ilk beşte başka birileri de başlayabilir. Sergey Bykov da sağlam bir adaydır mesela orası için, fakat Ponkrashov benim yeteneklerine çok fazla güvendiğim bir isim. İspanya'da takım şampiyonluğa giderken, final maçında momentumu Rusya lehine çeviren isimlerden biriydi Ponkrashov görev aldığı kısıtlı sürede. Üstün pas meziyetlerine rağmen, boyunun da pek yardımcı olmadığı ball-handling problemleri onu pozisyonlar arasında sıkışmış bir oyuncu gibi görmenize sebep olabilir. Fakat bu turnuvada, 1 numaradan 15-20 dakika arası bir süre alıp bunun hakkını verebileceğine inanıyorum. 86-87 jenerasyonunun diğer önemli isimleri Andrei Vorontsevich ve Nikita Kurbanov'un da patlama yapmaları gereken yer burası. CSKA Moskva benchinde bulduklarından fazla şansı verecektir David Blatt onlara, pek fazla bir seçeneği de yok zaten. Bu oyuncuların kariyerleri için dönüm noktası olabilecek bir turnuva. Kendilerinin yükselişi, takımı da yukarıya doğru taşıyacaktır şüphesiz...
Tabii bu gençlerin yanında daha büyük beklentilerden nasibini alan ve tüm yükü üzerinde hisseden birkaç isim de göze çarpıyor hemen. Bunlardan birisi, son turnuvada Blatt'ten aldığı hayat öpücüğüyle kariyerini tekrar ayağa kaldırmak için ilk adımı atan ve kulübünde de bunun devamını iyi getiren Viktor Khryapa. Ancak Litvanya maçında sakatlanan Khryapa'nın 12 kişilik kadroda bulunup bulunmayacağı konusunda bir bilgi kirliliği hakim basında. Kadro kesinleşince bu yazının sonuna not olarak ekleyebiliriz. Fakat sahada olduğu takdirde, işler sıkıştığında hücumda eline ilk bakılacak isim kuşkusuz Khryapa olacak... Bugüne kadar hep potansiyelinin altında performans verdiğinden dem vurulan Khryapa üzerindeki beklentiler hep yukarıdaydı, ancak bu düzeyde bir takımın tüm sorumluluğunu atfetmemişlerdi daha önce kendisine. Bu zorlu sınavın üstesinden gelip gelemeyeceğini, sağlık durumu izin verdiğince tecrübe edeceğiz hep birlikte. Sergey Monya da o jenerasyonda hep geleceğinde iyi bir NBA oyuncusunun ışığını gördüğümüz, fakat bizi fazlasıyla yanıltan bir oyuncu olmuştur. Geçen turnuvada sınırlı bir rol üstlenmiş, fakat takıma katkıda bulunmuştu zaman zaman... Ama çok büyük beklentilere girmenin manası yok Monya yakasında. Timofey Mozgov da Aleksei Savrasenko dönemi sonrasında birinci derecede katkı beklenen uzun konumunda kadroda. Bir başka Khimki oyuncusu da devşirme kontenjanından kadroya dahil edilen forvet Kelly McCarty. Basketbol gezgini olarak geçirdiği yıllar sonrasında kariyerinin bir anlamda ikinci baharını Rusya'da yaşayan Mississippi mezunundan Blatt direkt katkı bekliyor bu yetenekleri kısıtlı kadro içerisinde. Fakat Holden sonrasında kötü hazırlanmış bir "Black Russian" tadına kendimizi hazırlamalıyız.
Rusya için çok olumlu bir tablodan bahsedemiyoruz. Hoş, geçen şampiyonada da kimse finali görmelerini beklemezken güneşi görmüşlerdi ama bu kadronun profili o düzeye yakın bile değil. Hücumda sıkıntı çekeceklerdir genç oyuncularının hepsi patlama için bu seneyi seçmemişse. Fakat Blatt burada üst düzey yardımlaşmaya dayanan sıkı bir savunma inşa etti, Rusya'ya sayı atmak yine çok kolay olmayacak. Khryapa'nın ilk tur maçlarına yetişmesi pek imkanlar dahilinde gözükmüyor, oraya en az hasarla gitmelerini sağlayabilecek yumuşak bir grupta olmaları en büyük şansları. Khryapa'nın nasıl döneceği de bu şanslarını ne kadar kullanabileceklerini tayin edecektir. Fakat her şeye rağmen bir final koşusu epey uzak görünmekle beraber, klasmanda 9-12 arasında bir yer edinmeleri daha kuvvetli bir ihtimal.
FRANSA
Fransa'nın Polonya'ya gelirken bu kadar zorlanmasını ve ancak zorlu bir eleminasyon turnuvası sonrası son bileti kaparak yerini almasını herhalde kimse beklemiyordu. Aslında birkaç kez fırsat tepti Fransız takımı. Son yıllarda eldeki oyuncu grubunun aldığı en yaygın eleştiri, hiçbir zaman mental açıdan yeteri kadar kuvvetli bir görüntü verememiş olmaları... Bu çerçeveden bakınca da kağıt üzerinde kazanmaya çok yakın göründükleri maçları direnç göstermeden rakiplerine hediye etmiş olmaları ve işlerini bu kadar zora sokmaları çok da şaşırtmıyor açıkçası.

Öncelikle Tony Parker'ın ilk kez bugünkü sorumluluklarıyla sahne aldığı İsveç'te, grup aşamasında 35 sayıyla yendikleri İtalya'ya üçüncülük maçını kaybederek bu konuda kötü bir repütasyon kazanmıştı Fransızlar. Bu hadiseden 4 yıl sonra, bu sefer İspanya'da klasman maçları oynayan bir başka Fransa Milli Takımı vardı. Kadroda büyük oranda değişiklik olmasına rağmen, klasman maçlarını en 'bitse de gitsek' havasında oynayan takım yine onlardı açık biçimde. Bu da Avrupa sekizinciliği ve dolayısıyla da yoğun bir 2008 yazı anlamına gelecekti "Les Bleus" için. Vincent Collet'nin ve öğrencilerinin çilesi bununla bitmiyordu fakat... Parker'ın yanında Ronny Turiaf ve Nando De Colo dışında bu seviyelere ait pek fazla oyuncu bulundurmayan bir kadroyla yer aldılar ilk eleme grubunda. Daha önce bahsettiğimiz gibi, FIBA'nın hangi kriterlere göre düzenlediğini anlamadığımız torbaların da kurbanı oldular biraz tabii... Sonuç olarak bu yazın başında büyük turnuvaya katılma hakkı kazanan 15 takım belirlenmişken, Fransa'nın önünde geçilmesi gereken bir aşama daha vardı ve bu maçların büyük bölümünde de sakatlık sorunları nükseden ve ABD'ye dönen 9 numaradan yoksun olacaklardı. Finlandiya karşısında alınan yenilgiye rağmen, İtalya'yı uzatmalarda yenebilmeleri onlara sonunda tünelin ucundaki ışığı gösterdi. Final grubunun finalinde Belçika'ya deplasmanda kaybetmelerine rağmen, içeride DJ Mbenga ve tayfasının gözünün yaşına bakmadılar ve aktarmalı biletlerine sonunda kavuştular.
Peki Eurobasket yolunda bunca badireler atlatan Fransa'yı şampiyonluk bahislerinde bu kadar yukarılarda görmemizi sağlayan ne? Limitleri konusunda asla net bir şey söylenemeyen bir oyuncu grubuna sahip olmaları. Son yıllarda fizik olarak güçlenen ve içeride daha iyi bir bitirici ve genel olarak da daha komple bir oyuncu haline gelen bir Boris Diaw var mesela. Bobcats ile iyi bir yıl geçirdi ve olgun bir yıldız olarak bu sefer konsantrasyonunu tepede tutmasını bekleyebiliriz. Nicolas Batum de biraz çalkantılı bir çaylak sezonu geçirdi, ama 'istikrarsız' kelimesi bu kadroda kesinlikle ona özel bir kelime değil. Potansiyeli hakkında çok az kişinin şüphe taşıdığı çok değerli bir parça. Pota altında yüreği büyük Turiaf görev yapacak, o da geçen yaz alıştığımız karakterinin çok dışında bir oyun sergilemiş ve fazlasıyla laubali görünmüştü sahada. Ancak bu aşamada, her maçta elinden gelenin tamamını sahaya yansıtacağından şüphemiz yok. Turiaf'in geçtiğimiz günlerde John Stockton benzetmesi yaptığı, benimse daha ziyade Laurent Sciarra'yı andırdığını düşündüğüm Antoine Diot oyun kurucu bölgesine yedek olacak. Turiaf'i barındıran bir pota altı rotasyonunun muhtemelen en büyük defekti olacak savunma reboundlarında ise, atletik kısaların buraya katkısının yanı sıra Florent Pietrus da iş görecektir. Kardeşlerden diğeri Mickael Pietrus ise bu kadroda en çok aranan isim olmaya namzet. Benim aslında çok tutmadığım bir adamdı De Colo, fakat "Spurs seçiyorsa bir bildiği vardır" düşüncesinden de kendimi alamıyorum. Fransa'yı izlerken bir gözümüz de bu çocukta olacak. Euroleague'de düşmemeye oynayan takımda gol krallığına oynarken izlemeye alışık olduğumuz Alain Koffi ve Ian Mahinmi de uzun rotasyonuna yanlayarak kadroyu neredeyse tamamlıyor. Bayağı da bir kadro oluyor elimizde hani... Pek bahsetmedik ama, Tony Parker Longoria'nın penetrelerinin, David Gilmour'ın gitarından bu yana Gdańsk semalarında sesi yankılanacak en güzel şey olduğu aşikar...
İstikrarı sağlayabileceklerine inanabilsek net bir şekilde bu grubu kazanmaya aday göstereceğiz onları, çaprazdan gelen takımlara karşı da favori olarak çıkacaklar hatta benim gözümde. Fakat kalkıp da ilk maçta Almanya'ya yenilseler bile bu lafımızı yuttuğumuz anlamına gelmez bu sonuç. Ertesi gün Rusya'yı 20+ ile de geçebilirler çünkü... Dünyasında gri renklere çok fazla yer olmayan Fransa, bu turnuvada madalyaya kadar giderse benim için sürpriz olmaz. Tarihe bir nevi 'Cinderella hikayesi' olarak yansıtılabilir belki, ama tanıklık edenler göründüğü gibi olmadığını bileceklerdir.
ALMANYA
1993'te Christian Welp önderliğinde gelen altın madalyadan 12 yıl sonra bir başka süper yıldız Dirk Nowitzki ile finale kadar giden Almanya'da yavaş yavaş bir dönemin daha sonuna geldiğimizi görebiliyoruz. Bu Post-Nowitzki döneminde Almanlar'ın yapacağı tek şey yeni süper yıldızın ortaya çıkmasını beklemek olacaktır. Fakat alt yaş kategorilerinde sağlam oyuncular bulundurmalarına rağmen, yeni takımı etrafına kurabilecekleri çapta bir yetenek de göze batmıyor. Milli takım böyle bir geçiş süreci içerisine doğru yol alırken, Dirk Bauermann da enerjisini gençlerden alan ve birkaç büyük tecrübeyle desteklenen bir kadro kurmayı tercih etti.

Almanlar'ın uzun yıllar sonra bir turnuvaya farklı beklentiler içinde geldiğini görüyoruz, burada aslolan gelecek dönemlerde takımın iskeletini oluşturacak oyunculara gerekli uluslararası tecrübeyi sağlamak. Yakın gelecekte "1 Süper Yıldız + Herhangi 11 Adam" formülünü tekrar uygulamaya koymak pek mümkün görünmediğinden, bu turnuvanın söz konusu genç oyuncular yoluyla yarının kazanılması adına büyük önem taşıdığı aşikar. Kadroya göz atmadan önce, Almanya'nın bu kadrosuyla Ankara'da milli takımımızı çok sert bir maçın sonucunda yendiğini de hatırlatmak gerek. Bogdan Tanjevic bu maçta birçok deneme yaptı ve ilk beş başlattığı oyuncuyu takım ihtiyaç duymasına rağmen oyuna sokmadı maçın sonlarına kadar mesela. Pardon, Tanjevic'ten bahsediyorduk... Bunun turnuvada da olmayacağını kimse garanti edemez. Neyse, o maçta da Patrick Femerling takımın mental liderliğini yaptı, zaman zaman rakiple kavga etti ama bir karakter gösterdi. Zaten Nowitzki'nin olduğu kadronun bir parçası olmuş oyuncuların böyle bir psikoloji içine girmesi çok şaşırtıcı değil. Ben bile az önce kendilerinden "herhangi 11 adam" olarak bahsetmişim. Böyle olmadıklarını göstermek isteyecek, olayı gurur meselesi haline getireceklerdir. Yeterli olur mu? Galibiyet için yeterli olabilir.
Kadrodaki 30 yaş üstü diğer oyuncular Sven Schultze ve bu yazı kendine ayırmak istediğini açıkladıktan sonra çark eden Demond Greene. Bunlar da önemli isimler... Schultze çelimsiz gençlerin arkasında pota altı sertliğini sağlayacak adam. Greene bize karşı da birkaç el üstü üçlük attı, bunu her zaman yapıyor. Bauermann'ın onu geri dönmeye ikna etmesi sanıldığından daha önemli bir hareket olabilir... Türk Telekom'da da izlediğimiz Jan-Hendrik Jagla kadrodaki birincil skor opsiyonu belki de. Henüz Joventut Badalona ile sözleşme yenilemedi ve yirmili yaşlarının sonunda alacağı yeni kontratın seviyesi bu turnuva ile direkt ilişkili. Pascal Roller'in olmadığı turnuvada direksiyon pek güven vermeyen Steffen Hamann'a emanet edilecek. Heiko Schaffartzik de beklentilerin yoğun olduğu bir Ender Arslan klonu, fakat boş bulduğunda affetmedi Efes Pilsen World Cup boyunca. Daha genç kuşağın en önemli temsilcisi ise 88 doğumlu Lucca Staiger olarak gözüküyor. Iowa State'in keskin şutörü, NCAA seviyesinde de önemli maçlar çıkardı ve bu turnuvada beklentilere ne ölçüde cevap vereceği önemli. 88-89 jenerasyonunun kadroda dört temsilcisi daha bulunuyor: Tim Ohlbrecht, Tibor Pleiss, Elias Harris ve içlerinden en beğendiğim Robin Benzing.
Bundan önceki 13 yazın -iki olimpiyat senesi haricindeki- 11 tanesini Nowitzki ile oynamış Almanya için ilginç bir turnuva olacak. Onsuz da yapmayı öğreneceklerse bu dersi vermeleri gerekiyor. Bu genç takımdan bir Hollywood senaryosunu gerçeklemesini kimse beklemiyor, hedef görece zayıf bu grupta 1 galibiyet alarak daha fazla maç yapabilmek... Üçüncülük için daha kötü kadrolarına rağmen Almanya'yı Letonya'nın önüne koyuyorum.
LETONYA
Letonya'da neyin eksik olduğundan pek emin değilim. Bir önceki turnuvaya sürpriz Hırvatistan galibiyetiyle başlayıp, galiba bu sefer daha ileriye gidecekler dedirtmişlerdi. Ancak daha sonra aynı takım Portekiz'e yenilerek bir başka turnuvaya daha kısa yoldan veda etti. Orada problemin coaching kaynaklı olduğunu düşünmekteydim, Karlis Muiznieks takıma savunma idmanı yaptırmamışa benziyordu sahaya bakınca... Bu sefer Kestutis Kemzura gibi daha güvenilir bir isimle geliyorlar, fakat Ankara'da takım Makedonya'ya yenilirken ve son dakikada yapmaması gereken her şeyi yaparak maçı acemice veren Britanya'yı yenerken de savunmada pek takılmadı.

Her şeyden önce uzun yıllardır bekledikleri bir NBA yıldızına sahipler: Andris Biedrins. Geçen yaz iyi bir kontrat imzalayan Biedrins'in basketbol dışında kafasını meşgul eden pek bir şey olmamasını bekliyoruz doğal olarak. Gerçi Don Nelson ile çalışıyorsan, yarın ne olacağı hakkında çok kesin konuşamazsın. Fakat Biedrins'in ligin el üstünde tutulan uzunlarından biri olduğu açık. Biraz Mehmet Okur sendromu yaşıyor ve takımındaki değerini bu arenaya tam olarak taşıyamıyor gibi. Yeni coachun da Biedrins'ten tam olarak yararlanabildiğini düşünmüyorum, fakat bu durum Biedrins'in konsantrasyon seviyesiyle de ilintili. Takım hala iyi bir savunma takımı değil ki federasyonu Kemzura tercihine iten asıl şey iki boyutlu bir oyun oynama isteğiydi. Bu isteklerine tam olarak cevap aldıklarını şimdilik söyleyemiyoruz. Kristaps Valters ACB gibi önemli bir ligde en iyi beşe aday gösterildiği çıkış sezonunu geride bıraktı. Fakat onun da dizginleri maç boyu elinde tutabildiğini ve doğru hücum ettiğini söyleyemiyorum Ankara'daki performansı sonrası. Ernests Kalve de yaşadığı sakatlıklara rağmen hala üzerine titrenen genç yeteneklerden biri ve bu turnuvada yukarıdaki ikiliye en büyük yardımcı olmasını beklemek çok yanlış değil.
Kaspars Kambala'nın kariyerini ayağa kaldırmayı başarabildiğini gördük yine Efes Pilsen World Cup'taki başarılı oyunuyla. Barons LMT, 2008'de FIBA Euro Cup'ı kazanırken başrollerden birini oynayan Kaspars Berzins de bu başarısının karşılığını Valters'in takımı Fuenlabrada ile anlaşarak aldı. Biedrins'e bu ikilinin katılımıyla pota altında da güçlü bir rotasyondan bahsedebiliriz Letonya için... Yalnızca bu üçlünün varlığı bile, geçen turnuvalardaki yüksek tempo takımını görmeyeceğimize işaret ediyor. Armands Skele, Kristaps Janicenoks gibi oyuncuların Letonya'nın en zayıf karnı olarak gösterilen kanatlarda insanları tatmin edecek bir şeyler ortaya koyması şart. Genç Kalve ile birlikte tabii... Uvis Helmanis ve Aigars Vitols ise büyük ihtimalle son turnuvalarında tecrübeleriyle katkı sağlamaya çalışacaklar. Sandis Valters dışında önemli bir eksikten bahsedemediğimiz Letonya, belki de bu açıdan turnuvanın en şanslı takımı. Bu şansı başarıya dönüştürmeleri ise kendilerine bağlı.
Görünürde oldukça homojen bir kadro var elde. Beynelmilel tanınırlıkta isimler de barındırıyor söz konusu kadro. Fakat sahada bu kadronun hak ettiği oyunu oynadıklarını söylemek güç... Olası başarısızlıkta Kemzura'ya yüklenmek de çok doğru olmaz. Fakat bir şeylerin yanlış yapıldığı da ortada. Elemelerde başlarında olan Sırp coach ile yollarını ayırmaları da ileride çok mantıklı bir karar olarak anılmayabilir. Bu takımın sahada potansiyeliyle ne ölçüde barışık durabileceğini izlemek ilginç olacak... Başarıya gideceklerse burada kimin performansıyla manşetleri süsleyeceği de açık: Egos'un yoksa başın belada Letonya!
Nekst: C Grubu
Cem Pekdoğru, 2009
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder