Eylül 07, 2009

Sıcak Başlangıçlar: Litvanya

POLONYA

1997 yılından sonra kendi adına 10 yıllık bir ara verdiği Avrupa şampiyonalarına İspanya'da geri dönüş yapmıştı Polonya. Bu geri dönüşün geldiğini pek fazla kimse görememişti basketbol dünyasında. Fakat Bulgaristan, Ukrayna, İsveç üçlüsünün arasından sıyrılarak bu hasrete bir son vermeyi başarmışlardı. Galibiyet özlemini dindirmek için ise en az iki sene daha beklemek durumundaydılar. Adam Wojcik ve 10 yıl önceki kadrodan yadigar Andrzej Pluta ile bir mucizeyi zorladılar, fakat galibiyet almaları mümkün olmadı.


Ben o turnuvada sanırım hiç Polonya maçı izlemedim, hazırlık sürecinde denk gelmiştim ama o kadar. Şimdi ise kendisini izletme iddiasında bir takım olacak kendi seyircisi önünde. Evsahibi takımın turnuvada ilerliyor olması bu organizasyonlar için her zaman önemlidir. Bunu yapabilmek için 2007'de olduğundan çok daha büyük bir şansa sahip olduklarını söylemeye gerek yok sanırım. Takımın başında milli takımlar seviyesinde büyük bir tecrübeye sahip Muli Katzurin bulunuyor İsrail'den. Mart 2008'den bu yana takımla beraber Katzurin ve kendi sistemini oturtmuşa benziyor. En azından ben kendi adıma hazırlık maçlarını izlerken eski İsrail milli takımlarıyla ortaklıklar gördüm. Kadroya baktığımızda geçen turnuva ile en büyük farkı iki pota altı oyuncusunun yarattığını görüyoruz hemen. Bunlardan birisi Polonya'dan çıkan en büyük NBA yıldızı Marcin Gortat. Diğeri ise Polonya'dan çıkan en büyük NBA balonu Maciej Lampe. Beklentilerin çok aşağısında kalmış olmasına rağmen, Lampe bu seviyeler için sıkı bir uzun. Geçen turnuvada sakatlığı sebebiyle yer alamamış olması, o takımın potansiyelini göstermesini engelleyen en önemli faktördü belki de. Rusya'da geçirdiği yakışıklı sezonun karşılığını da Maccabi Tel Aviv'e transfer olarak aldı zaten Lampe, kariyerinin tekrar yükselişe geçtiğini hissedebiliyoruz.

Yıllara meydan okuyan 70 doğumlu Adam Wojcik'i ve Rusya'da iyi bir sezonu geride bırakmış Szymon Szewczyk'i de ekleyince kötü bir takım için gayet iyi bir ön alanın varlığıyla karşı karşıya geliyoruz. Szewczyk de defalarca NBA kapısından dönmüş olsa da, hücumdaki numaralarıyla iyi bir tamamlayıcıdır. Polonya'yı bu grubun favorilerinden biri olarak göstermiyorsak, bunun ilk sebebi standartların epey altındaki backcourt olsa gerek. Neyse ki bu bölgede akılcı bir çözüm üretilmiş ve yıllardır kariyerini Polonya'da sürdüren, asıl çıkışını da Euroleague'de Prokom formasıyla yapan David Logan devşirilmiş. Böylece Katzurin de her maç 20 sayı atma potansiyelinde bir kısaya sahip olmuş. Bu takım için muazzam bir ekleme kesinlikle... Lukasz Koszarek ilk beşin oyun kurucusu olacak muhtemelen. Kapasitesi sınırlı olsa da haddini bilerek oynayan bir adam, bir de adı güzel. Yedeği Krzysztof Szubarga da boyu büyük dezavantaj yaratsa da, bize karşı GameOn turnuvasında fena görünmedi. Yedek guardlığın altından kalkması çok zor olmayacaktır. En zayıf pozisyon gibi görünen 3 numarada da Michal Ignerski var elle tutulur. O da 2007 kadrosundaki eksiklerden biriydi, Cajasol forması giyiyor Avrupa'nın en iyi liginde.

Polonya böyle. "The Magic Lamp" bize İngiltere'de büyük sorun çıkarmıştı. O maçta Gortat'ın sahne almadığını da düşününce bizim uzunlarımızın ekstra bir gün geçirmeleri şart gibi geliyor. Dışarıda ise yapmamız gereken Amerikalı'nın ışıkları söndürmesini engellemek olacak, neyse ki Sinan-Ömer ikilisi varken guard savunması en zayıf olduğumuz alanlardan değil. Gruptan çıkma şanslarına gelince... Bulgaristan maçının favorisi görünümündeler. Eğer ilk gün stresini yaşamazlarsa -ki kadrodaki büyük tecrübelerin izin vereceğini pek sanmıyorum- o maçı alacaklar ve daha fazlasını isteyerek bize bileneceklerdir. 9-12 arası bir yer edinmeleri olası, çizgi dışı uzunları ve biraz hafif gelecek kısalarıyla.

TÜRKİYE

Evet, esas muhabbet burada dönecek zaten turnuva başladıktan sonra. Maç saati yaklaşırken bir şeyler karalamak gerekiyor galiba yine de. Ülkem insanına takımını tanıtacak değilim. Zaten fazlasıyla tanıyor. Bogdan Tanjevic'i de tanıtacak değilim, onu da bilen biliyor... Bogdan'dan bağımsız olarak her turnuva öncesi sanki bizden habersiz bir yerde birileri para atışı yapıyor, yazı veya tura geliyor ve takımımızın performansı da buna bağlı olarak şekilleniyor. Saha içinde her şeyin cevabı var elbette, fakat bunları belli bir mantığa oturtmak söz konusu takım Türk ulusal takımı olunca o kadar basit olmuyor.


Bu turnuva öncesi dönemini aslında daha sakin atlattık, alışkın olduğumuz çoklukta entrikayla muhatap olmak zorunda da kalmadık. Bunun için kendimizi şanslı addetmemiz yersiz olacaktır yine de. Zira bu gündemsizliğin sebebi biraz da Tanjevic'le geçirdiğimiz yıllarda onun belli kişilere olan tavırlarının bizim için bilinir olması ve buna bağlı olarak bir duyarsızlık eğilimi içine girmemizdi. Oysa ki birçok tutarsızlığı bu hazırlık sürecinde de, açıklanan kadroda da bizzat tecrübe ettik. Sadece insanlar konuşmanın çok fazla fayda etmediğini ya da dünyanın değiştirmek için fazla yaşlı olduğunu düşündüler milli takım özelinde de. Göze batan çarpıklıkların çoğunu zaten Ozan Aydın yazısında ifade etmişti, hatta listelemişti de. Tekrara girmenin pek anlamı yok... Fakat insanı sorgulamaya iten birkaç seçimi daha oldu Tanjevic'in bu yaz. Mehmet Okur, Serkan Erdoğan ve Kaya Peker gibi isimleri tekrar dile getirmek için çok doğru bir zamanda bulunmuyoruz ama şüphesiz tekrar tekrar irdelenmesi gereken tasarruflardır. Benim kulağımı tırmalayansa, basının içinde bulunduğu apatide pek dile getirmemeyi tercih ettiği Cevher Özer ve Cenk Akyol isimleri oldu açıkçası.

"2010 kadrosu kuracağız ve siz de takdir edersiniz ki Kerem Tunçeri'nin o kadroda bir yeri olmayacak" denilerek 2006 kadrosundan kesilen oyuncu, iki yıl geçmeden aynı coach tarafından kadroya dahil edilebiliyor biliyorsunuz bizim milli takımımızda. "Yaş Problemleri" de kolay bir konusuydu aslında ilkokul matematiğinin... Aynı şekilde o meşhur 87 jenerasyonunun en üzerine titrenen iki oyuncusundan biri olan Cenk de kulüp takımındaki hocası tarafından tamamen silindiği en formsuz dönemlerinde 2010 sevdası dile getirilerek bu kadroya çağrıldıktan sonra, nihayet İstanbul'a 1 sene kalmışken yok sayılabiliyormuş. Bunu da bu yaz görmüş olduk. Yerine çağrılan Bekir Yarangüme bu onuru sadece geçtiğimiz sezon değil, belki de tüm kariyeri boyunca Cenk'ten fazla hak etmiş olabilir. Hatta bence öyledir de... Fakat davranışlarda ve söylemlerde bir tutarlılık olması adına, en azından 2010 hedefinin sadece "yalan söylemenin politik açıdan doğru yolu" olarak kullanılmadığına bu ülkenin basketbolseverlerini ikna etmek için tercih Cenk yönünde yapılmalıydı. Bunu Cenk'i yeteneğine sırt çevirmiş bir genç olarak tanımlayan bir başka genç söylüyor bu arada... Aynı şekilde Cevher. Kadrodan çıkarılırken sakat olduğu ifade edilmişti. "Sakat olduğu için takımla yeteri kadar idman yapamadı, benim felsefemi idrak etmesi için yeterli süreyi bulamadı" desen değil. Zira Cevher bu kadroya daha önce de çağrılmış, yine senin altında oyunculuk yapmış bir adam. Jure Zdovc'un Sasha Vujacic konusundaki bahanesi sende işlemez yani... Kerem Gönlüm'ün B numunesi açılmış ve Polonya'da seninle birlikte olamayacağı kesinleşmişken, bir inadı sürdürmek uğruna Barış Hersek'le devam ediyorsun. Cevher ise takımının Belçika'daki kampında oynamayı geçtim, sahanın en skoreri falan oluyor. Son yıllarda Kerem'in yaptıklarını yapmaya en çok yaklaşan Türk'ü sebepsiz yere -hayır, seninki sebep falan değil- dışarıda tutuyorsun. Takım deli gibi şutöre ihtiyaç duyarken Cevher'in Kerem'den bile yararlı olmasının mümkünlüğünden bahsetmedim.

Böyle şeyler can sıkıyor tabii. 2010 öncesi sırf Tanjevic belasından belki kurtuluruz diye takımın yenilmesini isteyen insanlar bile var çevrede. Ben onlar gibi hissedemiyorum ama yukarıda yazdığım gibi düşünceler de sürekli aklıma geliyor ve bundan çok hoşnut sayılmam. Turnuvadaki şansımız Hidayet Türkoğlu'nun kendisine nasıl bir rol tanımlayacağıyla doğrudan ilintili olacak. Hazırlık maçlarında biraz daha organizasyonu eline alan bir Hedo gördük ki Ender Arslan sahadayken bu bir mecburiyet halini de aldı onun için. Fakat haftasonunda NTV'de katıldığı programda o rolünden çok memnun olmadığını, zaman zaman pası verenden ziyade pası alan olmasının daha yaralı olacağını ifade etti. Egolarından tamamen arınmış bir NBA yıldızı her şeyiyle kullanıma hazır. Eski kaprisleri artık çok uzak geliyor ve böyle bir Hidayet gördüğüm için o kadar mutluyum ki... Fakat Almanya'ya attığı son saniye basketi gibi bir anı bu kadro ona yaşatabilir mi, derin şüphelerim var. Pota altında en güvenilir isim Ömer Aşık. Oğuz Savaş o beklenen bir sonraki adımı atamadığı sürece tek güvenilir isim olarak da kalabilir. Böyle bir ortamda Ersan İlyasova'nın 4 numarada kullanıldığı bir beş en verimli beş olacak gibi duruyor. 2 numarada Ömer-Sinan ikilisinin savunmaları takım için şüphesiz çok değerli olacak. Ancak özellikle Ömer'den istikrarlı bir dış şut beklemek hakkımız. Onun bu alandaki yükü tek başına sırtlayacak konumda olmasına ise biz de üzülebiliyoruz işte en fazla.

Sonuçta yukarıdaki adamlara, yöneticilere, karar vericilere sinirlensek de ülke basketboluna değer katan, kış gelince her haftasonunda, bahar gelince final serisinde bizi eğlendiren, yeri geldiğinde İspanya'da, Amerika'da, anlaşılan Kanada'da yine bizim için gurur kaynağı olan adamlar bu aşağıdaki adamlar. Onlara ne olursa olsun sırt çevirmek çok doğru gelmiyor. Sevelim onları... Tahminde bulunmak çok kolay değil, fakat zayıf grubumuza rağmen çaprazdaki İspanya-Sırbistan-Slovenya üçlüsünün büyük zorluk çıkaracağını söylemek için de bilim adamı falan olmaya gerek yok. Hayırlısı...

LİTVANYA

Avrupa basketbolunun baş aktörlerinden biri olan Litvanya da kadroyu şekillendirme sürecinde sıkıntılar yaşayan bir başka ülke. Ramunas Siskauskas, Sarunas Jasikevicius, Rimantas Kaukenas ve eski görüntüsünden ne kadar uzak olursa olsun Arvydas Macijauskas her turnuvada istikrarlı biçimde yarı finali zorlamış, 2003 yılında Avrupa şampiyonluğuyla zirveyi de görmüş jenerasyonun temel taşlarıydı. Bu yıldızların dördünün de bulunmadığı bir turnuva, Litvanyalılar'ın kolay kolay tasavvur edemediği bir görüntü olsa gerek.


Yine de Litvanya'nın böyle kadrolarla da yukarıyı zorlayabildiğini gördük. Bu kadar eksik oldukları bir sene ben de hatırlamıyorum, ancak bu oyuncuların önemli bir kısmı formsuz olmasına rağmen yarı final yaptıkları turnuvalar gördük. Yine de bu takım, her şeyden önce arka alanıyla pek bir Litvanya takımına benzemiyor, biraz daha iyimser yaklaşırsak Japonya'da Türkiye'nin arkasında 7. olan takımı andırıyor... Zaten o iki kadroyu karşılaştırdığımızda da tam yedi ortak isim görüyoruz ki bu da bana neden o takımı andırdığını açıklıyor biraz. O takım da kısa rotasyonunda sıkıntı yaşayan, ancak en azından orada bir hücum silahı olarak Macijauskas'ı barındıran bir takımdı. İçeride ise Darius Songaila'nın varlığı bugünün kadrosuna biraz daha ağır basmasına yardımcı olabilir. O takımı Ender Arslan'ın ite kaka attığı üçlüklerle falan iki kere yenmiş olduğumuzu hatırlatırsak, belki bugünkü maç öncesi bir umut ışığı daha anlamına gelebilir bu... Bu kadroda az önce de değindiğim gibi arka alanda herhangi bir derinlikten bahsetmek pek mümkün değil, net biçimde takımın zayıf karnı burası olacak. Yarı saha basketbolunda hücumda aksamaları da sürpriz olmaz bunun neticesinde. Ancak takımı yaz döneminde hiç izlemediğimi ve biraz da farazi konuştuğumu belirtmem gerekir. Kağıt üzerinde böyle bir zayıflık görünürken, İspanya ile perşembe günü yaptıkları ve 22 sayı fark atarak kazandıkları o maçta oyun kurucu Tomas Delininkaitis'in çoğu dış atışlardan 19 sayı bularak skor lideri olduğunu da görebiliyoruz.

Litvanya basketbolunun belli karakteristik özellikleri var ve bunlar isimler, formalar, saç tipleri değişse de pek değişmiyor. Örnekse Delininkaitis, Japonya'da yine bizim takımımıza karşı oynarken izlediğimiz ve bu seviyenin çok altında gördüğümüz bir adamdı. Sezon boyunca da hakkında bir şeyler okuyabildiğimiz biri bile değil. Bir Ukrayna takımından, İspanya Ligi'ni 15. sırada bitiren Murcia'ya transfer olmuş ve önümüzdeki sezon da Milos Vujanic'in yedeği olarak düşünülüyor kendisi... Ama yine de dışarıdan yüzdeli attığı bir günün sonunda, hazırlık maçında da olsa İspanya'nın sonunu hazırlayabiliyor. Mantas Kalnietis de İzmir'den beri takip ettiğim, oyun kuruculuğun temel hareketlerini kavradığı takdirde önemli bir oyuncu olacağına inandığım bir genç. Zalgiris'te Marko Popovic'in arkasında kaldıkça ben efkarlanıyordum. Geçen sezon fırsatlar buldu takımında ve Benetton'a transferi imza aşamasına geldi bunun sonucunda. Birtakım olaylar gelişti ve ülkesinde kaldı. A takım seviyesinde patlamasını yapmak için bundan uygun bir ortam olamaz. Mindaugas Lukauskis, Arturas Jomantas ve Marijonas Petravicius, Lietuvos Rytas'ın sürpriz çıkışına öncülük etmiş sürpriz isimler. Hepsi de Efes Pilsen'e çokça baş ağrısı olmuşlardı. Başlarlarsa 3-6-9 diye sonsuza kadar gidebilirler. Lavrinovic Biraderler, onlarla en iyi eşleşen oyuncumuz Kerem Gönlüm'ün yokluğunda bize sıkıntı yaratacaklardır. Robertas Javtokas da yine açıklamaya ihtiyaç duymayan bir isim. Takımın bu turnuvadaki liderininse Linas Kleiza olmasını bekleyebiliriz. Denver Nuggets ile iyi bir sezondan çıktı ve uluslar arası arenada da ön plana çıkmak isteyecektir Olympiakos dönemi öncesinde. Zira milli takım performansı olması gereken düzeyde seyretmemişti bugüne kadar. Galatasaray Cafe Crown'ın yeni transferi Simas Jasaitis de yazar oralardan...

Yumuşak bir grupta olmaları avantaj gibi geliyor ilk bakışta, fakat bu rehavet ortamında ilk maçı Türkiye'ye verirlerse sekizliden yukarı çıkacak takımlardan biri olmaları zor geliyor bana. İlk günden baskıyı hissetmek çok istenen bir durum değildir ama bizim için de kader maçının Litvanya maçı olduğuna inanıyorum. Maçı kazanan, Ölüm Grubu'nun üç takımıyla birlikte üst tura çıkacakmış gibi geliyor. Umarım biz oluruz... Bu arada bizim gibi onların da hedef yılının yaklaştığını, bir sonraki Avrupa şampiyonasına evsahipliği yapacaklarını belirtmek lazım. Alacakları dereceye göre hedef turnuva öncesi son sınav olabilir burası onlar için, mutlaka önem veriyorlar.

BULGARİSTAN

Bulgaristan'ın turnuva öncesi durumu da biraz Büyük Britanya'nınkini andırıyor. Turnuvaya katılma hakkı kovalarken takımın liderliğini yapmış oyuncudan yoksunlar. Ibrahim Jaaber dini hayatının merkezine koyan insanlardan ve Ramazan ayındaki yükümlülükleri onu Polonya'dan uzak tuttu. Bu şok edici bir gelişmeydi Bulgar takımı için kuşkusuz, yine de ona minnet duymaları için yeterince sebepleri var.


Lottomatica Roma guardı takımın saha içindeki komutanı görünümündeydi fakat saha kenarındaki bir başka dehayı da göz ardı etmemek lazım. Kulüpler seviyesinde üç kez Avrupa şampiyonluğuna ulaşmış efsanevi coach Pini Gershon ilk uluslar arası deneyimini Bulgaristan Milli Takımı ile yaşıyor ve hedefi bu turnuvada ülkeye 20 yıl sonraki ilk galibiyeti getirmek. 2005 yılında Sırbistan'daki turnuvaya katılımları kağıt üzerinde turistik geziden fazlasını ifade etmese de, bizim için orası pek öyle değil. Türk basketbolunun kara yazlarından birinde, turnuvada alabildiğimiz tek galibiyeti o zayıf Bulgar takımına karşı ancak uzatma sonucunda alabilmiştik. Temel olarak benzer bir kadroyla gelecekler buraya, tek fark çift pasaportlu bir oyuncu kullanabilmeleri olacak. Türk Telekom'dan Andre Owens ve İsmail "Ters Turnike" Özkısaoğlu da adaylar arasındaydı ancak Gershon hazırlık süreci sonrasında Jaaber'in boşalttığı oyun kurucu pozisyonuna Earl Rowland'ı yerleştirmeyi tercih etti. Yine de aynı katkıyı alması çok kolay olmayacak.

Turnuvada Bulgaristan seviyesinde görülen birçok takım var aslında. Fakat her takımda eli yüzü düzgün en az 1-2 uzun bulunurken, Bulgar uzunların bu seviyenin oyuncusu olduklarını söylemek çok kolay değil. Vasko Evtimov bir dönem Skipper Bologna'da falan oynardı yanılmıyorsam. Skipper Bologna diyorum, o kadar eski yani... Ivanov Biraderler var burada da pota altında, ancak onların birer Lavrinovic olmadığı aşikar. 2005 öncesinde İstanbul'da izleyip beğenmiştim ama mütevazı oyuncular sonuçta her ikisi de. Bir dönem Mike Batiste'in Bulgar pasaportu alabileceği konuşuluyordu, aslında cuk otururmuş. Gerçi o zaman da topu kim getirecekti, o da var... Tekelspor'da gayet güzel maçlar çıkarıp sayı krallığını kovalayan, sezon sonunda da soluğu Real Madrid'de alan Filip Videnov'un hikayesi hala aklımızda. Videnov, ACB'de Granada ile yoluna devam ediyor. Burada da 1 numaralı skor opsiyonu o olacak kuşkusuz. Elit bir şutördür. Elemelerde İtalya'yı yakan isim de oydu. Todor Stoykov da Bulgar basketbolunun yetiştirdiği önemli skorerlerden, başınıza iş açabilir. Chavdar Kostov adı övgüyle anılan bir genç, ben daha önce izlemediğim için pek bir şey söyleyemiyorum.

Yazılacak fazla şey de yok. Bizim grupta olmasalar Gershon'un takımının en azından galibiyet hasretini gidermesini isterdim. Fakat içeride bizim Semih Erden falan bile şov yapabilir bu rotasyona karşı. Jaaber'in yokluğunda pek bir numarası olmayan tatsız tuzsuz bir takım gibi gözükse de, hafife alırsak Gershon cezalandırır. Bunu hesaba katmak lazım. Kimseyi de küçümseyecek bir konumda görmüyorum bugün sahip olduğumuz takımı açıkçası...

Nekst: Bismillahirrahmanirrahim

Cem Pekdoğru, 2009

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder