Eylül 28, 2010

Amerikan Rüyası


Avrupa uçuşları iptal, şimdi yeniden NBA moda. Bu yaz Amerikan Rüyası’nın peşinden gitmeyi seçen Avrupalı uzunların yolculukları uzun soluklu olabilecek mi?

Komisyonerlik görevini devraldığı 1984 yılından bu yana David Stern’ü en çok heyecanlandıran şeylerden birinin, ligin global bir markaya dönüştüğü zamanların hayali olduğu sır değil. Tüm dünya üzerinde canlı yayınlanan maçlar, Avrupa takımlarıyla yapılan hazırlık maçları -hatta 2004 sezonunun açılış haftasında Japonya’da yapılan Sonics-Clippers maçları- ve dünyanın her köşesinden büyük yeteneklerin lige kazandırılması hep bu büyük planın birer parçasıydı.

2008 yazında ise tüm bu gidişata ters düşen transfer haberleriyle sarsıldı basketbol dünyası. Daha önce oyununu NBA basketboluna adapte edemeyen Sarunas Jasikevicius, Antoine Rigaudeau, İbrahim Kutluay gibi önemli yıldızların veya iddia edildiği kadar yetenekli olmadığı anlaşılan bir dolu gencin kürkçü dükkanına geri dönüşünü tecrübe etmiştik. Fakat 2008 transfer sezonu açıldığında, piyasadaki gözde serbest oyunculardan Josh Childress’ı bir Yunan kulübünün kadrosuna katması aynı resmin parçası değildi. Evet Dominique Wilkins gibi bir süperyıldız da Avrupa’ya transfer olmuştu, fakat bunu yaptığında kariyerinin son düzlüğüne çoktan girmişti. Childress ise NBA’de hem 30 dakika ortalamayla oynadığı kendi takımı, hem de birçok diğer takım tarafından ihtiyaç duyulan değerli bir rotasyon parçasıydı. Bu gelişmeyi Bostjan Nachbar, Carlos Delfino, Juan Carlos Navarro gibi NBA’de kolayca kontrat bulabilecek oyuncuların eski kıtaya dönüşü takip etti. Menajerinin söylediğine göre bu transferle birlikte Delfino’nun yıllık net geliri, Manu Ginobili’ninkinden daha fazla olacaktı. Amerikan basketbolu için son darbe ise bir liseliden gelecekti. Brandon Jennings, Avrupa’da oynamak için koleji pas geçen ilk oyuncu oluyordu. Sports Illustrated gibi saygın bir kaynak, Olympiakos’un 2010 yazında LeBron James’e teklif götürmeyi planladığını bile yazdı.

Tüm bunları bir trendin başlangıcı olarak yorumlayanlar, bugün itibarıyla yanılmışa benziyorlar. Geride kalan iki yılda Childress, vergi sistemlerindeki farklılık ve Nike Greece ile yaptığı sponsorluk anlaşması hesaba katıldığında NBA’deki birçok ‘All-Star’dan fazla para kazandı. NBA’in süperyıldızları ve çaylakları ihya eden ama bu iki sınıf arasındaki oyunculara çok cömert davranmayan ücret tavanı sistemini düşünürsek, Childress örneğinin NBA oyuncularının ortadireğine bir alternatif yol sunduğu açık. Fakat ücret tavanında düşünülen değişiklikler bu boşluğu da ortadan kaldırmaya aday. Öte yandan son iki yılda ülkemizi “teğet geçen” kriz, Rus ve Yunan patronlarının ceplerine çok iyi gelmedi ve Childress hadisesinin tekrarlanması şu an için ihtimaller dahilinde gözükmüyor.


NBA-Avrupa dengesinde taşları NBA lehine yerinden oynatan son isimse Mikhail Prokhorov oldu. Dünyanın en çok satan futbol ligi olan İngiltere Premier Ligi tamamen yabancı sermayenin eline geçmekte iken, NBA de bir Rus milyarderi takım sahibiyle tanışıyordu. New Jersey Nets’i satın alan Prokhorov, işe CSKA Moskova’nın başkanlık koltuğundaki Andrey Vatutin’i yeni takımında üst düzey bir göreve getirerek başladı. New Jersey yerel basını, takım Brooklyn’e taşınana kadar Vatutin’in genel menajer rütbesine yükseleceğinden neredeyse emin. Toronto Raptors’ın sadece ikinci ismi olan Maurizio Gherardini’nin takımda estirdiği Avrupa rüzgarlarını göz önüne alırsak, bu deneyimin sonunun nerelere varacağını kestirmek çok güç değil. Bu el değiştirmenin ligde ne gibi sonuçlar doğuracağından Temmuz sayısında Alp Ulagay detaylı biçimde bahsetmişti. Bu yüzden yazıyı oyuncu merkezli bir boyuta taşıyorum. Ancak Tiago Splitter ve Nikola Pekovic gibi birçoklarınca hiçbir zaman NBA’e gelmeyeceği düşünülen oyuncuların bu yaz NBA takımlarıyla imzaladıkları kontratlar bu arka plan bilindiğinde daha anlamlı olacaktır.

Eski Kıtanın Yıldızları: Splitter ve Pekovic

Splitter ve Pekovic’in ortak özelliği, her iki oyuncunun da çok genç yaşlarda NBA’in takibine girip lotarya (ilk 14 sıra) potansiyeli göstermelerine rağmen, ‘draft’ senesinde Avrupa’daki takımlarıyla imzaladıkları bağlayıcı sözleşmelerle 28. ve 31. sıralara kadar düşmeleriydi. Son yıllarda birçok seçiminde karavana atan Minnesota cephesinde, bu tablo içerisinde Pekovic’e dair büyük umutlar beslenmemesi çok şaşırtıcı değildi. Hatta Pekovic ile kontrat imzalandığı haberinin böyle bir sürpriz etkisi yaratması da bu unutulmuşlukla ilişiklendirilebilir. Takım adına karar verenlerin, yıllardır önlerine ‘franchise player’ diye koydukları vasat oyuncular düşünülünce Wolves taraftarlarına hak vermemek mümkün değil. Pekovic bu ligi, Avrupa’da yapmaya alıştığı gibi domine edemeyecek. NBA seviyesinde güvenilir bir ilk beş oyuncusuna dönüşmesi de çok kuvvetli bir ihtimal gibi gözükmüyor. Fakat fazla uzun süren bu yeniden yapılanma süreci atlatılmaya çalışırken, takımın özellikle hücum alanında faydalanabileceği bir uzunla karşı karşıya olduğunun farkına varmalı bu tadı kaçmış taraftarlar.

Pekovic 2.11 boyu ve 113 kilogramlık kütlesiyle Avrupa basketbolunda bir canavardı, fakat bu ölçüler NBA için etkileyici olmaktan çok uzak. Topu potadan uzakta aldığında bile, her zaman savunmacısını iterek güçlü bir biçimde bitirme opsiyonuna sahip olan Pekovic’in karşısında ona hayatı daha zor kılacak oyuncular olacak. Oyununa bir orta mesafe şutu ekleyememiş olan Pekovic için tek yol, bu zor hayata uyum sağlayabilmek. Pekovic’i Avrupa için eşsiz bir oyuncu haline getiren bir diğer özellik olan ‘pick-and-roll’ savunması da NBA basketbolunda aynı ölçüde değer taşımıyor. Buna karşın tembel bir yardım savunmacısı ve yetersiz bir ribaundcu sayılan Pekovic’in NBA için ideal uzun olmadığı ortada. Yine de Al Jefferson’ın topu yere vurmadan üst üste sekiz ‘fake’ sonrasında yaptığı zorlama atışları izleyen taraftarların, Pekovic’ten pota altında daha seyre değer bitirişler göreceğini söyleyebiliriz. Fakat Avrupa’daki dominasyonunun aksine, NBA’de gidebileceği son nokta menzili düşük bir Marcin Gortat olabilirmiş gibi.

Al-Jeff’in onları kazanan bir takıma dönüştürecek yapılanmada bir aktör olamayacağının farkına varmaları Minnesota adına olumlu. Fakat Kevin Love’ın ribaund yeteneği dışında savunma anlamında hiçbir potansiyel gösteremeyen bu pota altı rotasyonuyla da bir yere varmaları mümkün gözükmüyor kısa erimde. Darko Milicic’e verilen kontratın mantığını çözecek noktaya gelmek için de insan aklının önünde uzun bir yol var. Bu şartlar altında, Pekovic’i de çok mutlu günler beklemiyor olabilir.


Daha isabetli seçimler yapmakla ünlü Spurs’ün taraftarları içinse Splitter, takımla ilgili her konuşmada ismi geçen önemli bir beklenti odağıydı. Houston’a gitmesine göz yumulan Luis Scola’nın ligin elit pota altı skorerlerinden birine dönüşmesini kıskançlıkla izleyen taraftarlar, benzer bir katkıyı Brezilyalı uzundan bekliyor. Aslında Splitter’ın bu yaz aldığı kararı, para faktörünün yeniden NBA’e kaymasına bağlamak ona büyük bir haksızlık olur. Lösemiyle boğuşan kız kardeşinin yanında olabildiği kadar fazla vakit geçirmek isteyen Splitter, onun geçen yılki vefatı üzerine en büyük idolü Tim Duncan’ın yanına gelerek bir hayalini gerçekleştiriyordu. Yani maddiyat onun durumu için konuşursak, ilk planda olmaktan çok uzaktı.

Tau Ceramica tarafından keşfedildiğinde 15 yaşında olan ve takımın alt yaş gruplarında hızla yükselerek kısa zamanda Avrupa’nın en komple pivotlarından biri haline gelen Splitter, üç yıllık bekleyişin ardından Spurs forması giyecek. Duncan’ın yanındaki süreleri almak için Antonio McDyess ve DeJuan Blair ile rekabet içinde olacak. Fakat alçak posttaki sıra dışı etkinliği, kusursuz ayak hareketleri, Ginobili-Parker ikilisinin varlığında daha fazla değer kazanan ‘pick-and-roll’ sonundaki bitiriciliği onu bu iki ismin de önüne taşıyor. Yüksek tempoda bocalamıyor ve doğuştan gelen blok yeteneğinin yanında ortalama üstü bire bir savunmasıyla da NBA için hazır. McDyess’ın yaşını ve Blair’ın hücumda bir opsiyon olmasına yetmeyen ham görüntüsünü birleştirince, Splitter’ın ilk beşteki yerini almaması sürpriz olur. Benim için o yeri çaylaklar maçında almaması da sürpriz olur aslında.

Bir süredir beklenen bu ikiliden sonra gözler, Güney Amerikalı futbolculardan bile daha ‘evine düşkün’ olan Fran Vazquez’e çevrildi. Magic’in bundan beş sene önce 11. sıradan seçtiği İspanyol pivottan gelen tüm sinyaller gösteriyor ki, Vazquez’i unutmak belki de herkes için en hayırlısı olacak.

Potansiyel Arayışı: Ömer, Semih, Mozgov ve Seraphin

Arthur Miller’ın başyapıtı “Satıcının Ölümü”nün baş figürü Willy Loman, Büyük Buhran sonrası birçok Amerikan vatandaşının yaptığı gibi sınırsız fırsat ve özgürlük anlamına gelen Amerikan Rüyası’nın peşinden gidiyordu. Hayatını buna adayan ve sıkı çalışmasının karşılığını alacağı günleri bekleyen Willy’nin yaptığı, aslında üzerine yakışmayan bir gömleği giymeye çalışmaktan ibaretti. Tüm aile bunun farkında olmasına rağmen, bunu kendisine itiraf edemeyen Willy’nin Amerikan Rüyası arayışı intiharla sonuçlanıyordu. Belki bazı oyuncular için Amerikan Rüyası’na saplanıp kalmaktansa, bu rüyadan beklediği fırsat, özgürlük ve nihai mutluluğu başka yerlerde aramak daha mantıklı olabilir. Sıkça söylenen şu sözdeki gibi, “NBA’deki her Pau Gasol için onlarca Darko Milicic, her Dirk Nowitzki için onlarca Nikoloz Tskitishvili bulabilirsiniz.”

Ömer Aşık ve Semih Erden, Türk basketbolunun yıllardır beklenti içinde olduğu uzunlar olsa da işlerin yolunda gitmeme ihtimali her zaman var. Ömer Aşık’ın iyi özellikleri, ona basketbolun oynandığı her yerde kapıları sonuna kadar açacak kadar iyi özellikler ve bunun sonucunda en ihtişamlı kapıdan içeri girmiş bulunuyor. Öte yandan 24 yaşına gelmiş olmasına rağmen hala kurtulamadığı öyle handikapları var ki, bunlar bir ölçüde düzeltilmezse o kapıların aynı şekilde kapanması da olası. Bunların başında pota altındaki trafikte topu kolay yoldan bitirmek varken bazı kötü alışkanlıkları nedeniyle çok sık hataya düşebilmesi ve hala çok kötü seviyede olan serbest atış yüzdesi geliyor. Şu anki fiziğiyle NBA’de herhangi bir oyuncuya sırtını dayayıp, onu itebilmesi de mümkün gözükmüyor. Hücum anlamında, zayıf fiziğinin dezavantajlarını üstün atletizmiyle bertaraf etmesi mümkün. Fakat bunu savunmada yapması o kadar kolay değil. Belki bir süreliğine yapılacak D-League ziyareti ve NBA fiziklerine karşı kazanılacak tecrübe uzun vadede Bulls için çok değerli bir ekleme yapabilir sağlıklı bir Ömer’i. Ama bunu söylemek için biraz daha beklemeliyiz, Kurt Thomas hamlesi Bulls’un da Ömer’e bu şekilde baktığının bir göstergesi.


İyi bir sezonu geride bırakan ve Ömer’in aksine oyunu ve fiziği bariz handikaplar taşımayan Semih’in Celtics için doğru isim olup olmadığını daha çok mantalitesi belirleyeceğe benziyor. Takımın formasını giydiği Yaz Ligi maçlarında da bunu gösteren Semih, kimi maçlarda erken fauller sonrası yanlış bir psikolojiye girip takıma yarardan çok zarar verdi. Kendi potansiyeliyle çelişmediği maçlarda ise NBA patentli bazı uzunlara karşı çok etkili bir hücum silahı haline gelebildi. Kendrick Perkins’in sakatlığı sonrası NBA’e geçmek için doğru zamanın bu olduğunu düşünen Semih, Boston cephesinden gelen Jermaine O’Neal ve Shaquille O’Neal imzaları sonrası moral bozukluğu yaşamayıp aynı kararlılıkla çalışmaya devam etmeli. Onun için kilit nokta bu yaklaşımı geliştirebilmek olacak anlaşılan.

Önce 2008-09 sezonunda Eurocup’ta dikkatleri çeken Timofey Mozgov, esas patlamasını Polonya’daki Avrupa Basketbol Şampiyonası’nda yapacak ve turnuvanın en iyi uzunlarından biri olarak dikkatleri üzerine çekecekti. Gördüğü bu rağbetin sonucu olarak dümeni Mike D’Antoni’nin açık saha basketbolunun hüküm sürdüğü Knicks’e kıran Mozgov, sahayı bu temponun hakkını verecek kadar iyi koşan bir uzun. Savunmada sakar fauller alabilen ve çoğu zaman oyunun bu alanında çok zeki gözükmeyen bir oyuncu ve topu çemberden uzakta aldığında savunmacısını ekarte edip baskete gidebilmekte de yetersiz. Fakat bunlar D’Antoni basketbolu için sorun teşkil eder mi ki?

Sezon ilerledikçe Erman Kunter’in güvenini kazanan ve play-off geldiğinde takımdaki yerini ilk beş çıkacak kadar geliştiren Kevin Seraphin, John Wall önderliğinde yeni bir dönem başlatma arzusundaki Wizards’ın şans vermeyi tercih ettiği yetenek oldu. Hücumda etkili bir ‘jump-hook’ dışında oldukça ham gözüken Seraphin, buna rağmen müthiş atletizmi ve kendisinden güçlü fiziklerin bile karşısında durmakta zorluk çekmemesiyle heyecan verici bir potansiyel. Gelişimini Yaz Ligi’nde daha iyi gözlemleme fırsatı bulduğumuz Javale McGee ve geçen sezonu çok güçlü bitiren Andray Blatche ile birlikte Wizards pota altının geleceği emin ellerde gibi gözüküyor.

Buraya kadar sıraladığımız oyuncuların her biri, NBA takımlarının pota altı rotasyonlarına güç katmak için sözleşme imzaladıkları isimlerdi. Bunun yanında NBA izleyicilerinin yabancı olmadığı iki Olympiakos oyuncusu Childress ve Linas Kleiza geri döndüler. Hidayet Türkoğlu ile birlikte Suns’ı daha iyi bir takım haline getirmeye çalışacak Childress ve Raptors’daki enkaz kaldırma ekibine katılacak Kleiza’nın yanı sıra, yaz liglerinin müdavimlerinden ‘combo guard’ Pooh Jeter da önümüzdeki sezon Avrupa’dan NBA’e katılan bir diğer oyuncu olacak.

Cem Pekdoğru, 2010
NBA Türkiye Eylül 2010 sayısında yayınlanmıştır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder